Back to All Events

Exhibition: Hauntings


  • Newington Green Meeting House 39A Newington Green London, England, N16 9PR United Kingdom (map)

Free exhibition, open to the public every Thursday and Friday between 12-6pm.

We lose many things throughout our lives; our loved ones, our path, and sometimes our memories. Hauntings is a collaborative exhibition, which consists of works by Gülseren Aksoy, Nicola Pritchard and Zilan Imsek. Three artists examine human emotions through the ‘loss’. Reviewing her outlook on life after the death of her mother, Aksoy seeks answers to existential questions with art while Imsek traces the unsolved political murders in Turkey, especially in the nineties. Pritchard, on the other hand, focuses on the memories that lost after displacement of people from their homes under the name of urban transformation.

BIOGRAPHIES

Gülseren Aksoy is a journalist and photographer, who’s main interest is to tell stories about Turkish/Kurdish community. She focuses on relation of personal and public existence to death, inequality between women and men in modern society and how disadvantaged groups such as the disabled experience the life that has been unfairly prewritten for them by the communities they belong. Aksoy uses a multimedia approach and the mediums of photography, video, sound, or text can be observed in her work. Aksoy, has an MA in Documentary Photography from London College of Communication, and a BA in Media. Gulseren worked as an editor and photo-editor for many mainstream newspapers and news agencies, such as Hurriyet and Gündem in Turkey.

Gazeteci ve fotoğrafçı Gülseren Aksoy, Türk-Kürt toplumu üzerine yazılı ve görsel hikâye anlatıcısıdır. Çalışmalarında varoluş ve ölüm ile bireysel ya da toplumsal düzeyde kurulan ilişkiyi ele alan Aksoy, modern toplumda kadın erkek eşitsizliğinin yanı sıra engellilerin gibi dezavantajlı bireylerin toplumdaki konumlarına odaklanmaktadır. Aksoy çalışmalarında, bu bireylerin önceden belirlenmiş adaletsiz kurallar bütünü içerisindeki mücadelesine yer veriyor. Farklı disiplinleri bir araya getirme perspektifiyle hareket eden Aksoy, fotoğrafın yanı sıra video, ses ve yazının bir arada kullanımıyla hikayelerini boyutlandırıyor. Ankara Ünüversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü mezunu olan Aksoy, yüksek lisansını Foto-muhabirliği ve Belgesel Fotoğrafçılığı alanında Univercity of Arts London, College of Communication’da tamamlamıştır. Aksoy Hürriyet, Gündem, Dicle Haber Ajansı gibi ulusal gazete ve haber aşanslarında çalışmıştır.

Zilan Imsik is a visual artist, who is interested in telling stories about or based around space and landscapes. Her work especially focusses on the Kurdish community, and through her practice she often combines various mediums such as photography, video, sound and animation. Imsik has an MA in Documentary Photography from London College of Communication, and a BA in Film. She is a receipent of the Prince Claus Seeds Awards, and her MA graduation work is part of the UAL Art Collection. Her works have been exhibited internationally in art galleries and photography festivals such as Tbilisi Photo Festival, Angkor Photo Festival and Voies Off. She is based in Istanbul and London.

Görsel sanatçı Zilan Imsik, mekân ve alana odaklanan işler üretmektedir. Özellikle Kürt toplumunu konu edinen işler üretir ve işlerinde genelliklere fotoğraf, video, ses ve animasyon gibi mecralara yer verir. Lisansını film çalışmaları üzerine yapmış ve yüksek lisansını Belgesel Fotoğraf üzerene London College of Communication’da tamamlamıştır. Kendisi the Prince Claus Seeds Ödülünü kazanan sanatçılardan biridir ve yüksek lisans projesi University of the Arts London’ın sanat koleksiyonunda yer almaktadır. İşleri Tbilisi Fotoğraf Festivali, Angkor Fotoğraf Festivali ve Voies Off gibi uluslararası festival ve galerilerde sergilenmiştir. Imsik Istanbul ve Londra’da yaşamaktadır.

Nicola Pritchard is a documentary photographer and video director who works exclusively within the not for profit and public sectors. Her work repeatedly links people and place and is centred around the erasure and loss of communities. She presents her photographic images in their purest form of light hitting surfaces and interweaves both still and moving images. She has committed to several long-term projects in London communities and hopes to continue using lens-based work to document and bring attention to these issues. Without this work she is sure that these stories will be lost forever. Nicola holds a Masters in Photojournalism and Documentary Photography from London College of Communications and has participated in several group exhibitions in London.

Belgesel fotoğrafçısı ve yönetmen Nicola Pritchard, kar amacı gütmeyen organizyonlar ve kamu sektörü için işler üretmektedir. İşlerinde silinmeye veya kaybolmaya yüz tutmuş toplumlara odaklanır ve mekanları ve insanları birbirine bağlar. Pritchard’ın fotoğrafları fotoğrafın kendisinin en temel özelliğini yansıtır: ışık. Işık fotoğrafları görünür kılar ve Pritchard işlerinde hem fotoğrafı hem hareketli görüntüyü birbirine bağlar. Kendisi Londra’daki farklı topluluk üzerine uzun soluklu çalışmalar üretmiştir ve kamerasını bu toplumları belgelemeye ve haklarında dikkat çekmek için kullanmayı ummaktadır. Projections isimli çalışmasını yapmamış olsa bu mekanın ve insanların hikayeleri kaybolacaktı. Pritchard yüksek lisansını Foto-muhabirliği ve Belgesel Fotoğrafçılığı üzerine London College of Communication’da tamamlamıştır.

PROJECTS

REMEMBER YOU MUST DIE (Gulseren AKSOY)

Remember You Must Die is a recorded performance that focuses on death, loss, mourning and pain. I lost my mother to pancreatic cancer in the summer of 2020. According to Kurdish customs and beliefs, the body must be washed and prepared for the afterlife by family members. Although I am not a religious person, I had to wash my mother’s body as part of this custom at a religious centre in Turkey. It was the last physical contact I had with her. The project is an attempt to re-enact the ritual in the very same centre to recover from her loss and, perhaps to face my mortality. Performance is a four-minute, ten-second video accompanied by the voice of my grandmother who was performing mourning songs at funerals and sharing the pain of family members through her singing. Going to the funerals and hearing her songs and experiencing the healing power of them was a big part of my childhood and a healthy way to grieve for many other people in the area I grew up.

Remember You Must Die is a multi-piece gallery installation which focuses on recreating the preparation of a body for its funeral. Photographing a loved one is an attempt to prepare oneself for their own death. I therefore photograph myself as a remembrance and preparation for my own passing. Recreating/performing my death can, in addition to its therapeutic effect, be considered as a way to offer post-mortem photographs of me to my loved ones, in preparation for their mourning. Knowing that I am not dead yet, but will undeniably be so in the future, gives another dimension to my project. Was this project part of my grieving process over my mom’s departure as originally thought or was I led by the fear of my own death? I will have to accept that this question will remain unanswered. Remember You Must Die aims at humanizing death as a process not simply an outcome, to render it not a distant news item, but an everyday occurrence we ought to be comfortable with. By photographing and performing, I am essentially preparing for an event which will be held as a memory after my death, as the present is the future of the past.


Unutma Ölmelisin, ölüm, kayıp yas ve acı üzerine odaklanan bir performas çalışmasıdır. Annemi 2020’nin yazında pancreas kanseriden kaybettim. Kürt gelenekleri ve inanışına göre vefat eden kişinin bedeni yıkanıp aile üyeleri tarafından öbür dünyaya hazırlanmalıdır. Dindar bir insan olmasam da geleneklerimizin bir parçası olarak annemin bedenini Türkiye’deki bir cemevinde yıkadım. Bu annemle aramdaki son fiziksel temasımızdı. Bu proje benim annemin kaybıdının üzerinden gelmem ve kendi ölümlüğümle yüzleşmem için bir çabam. Bunu yapmak için bu ritüeli tekrar ediyorum. Performans çalışması 4 dakika 10 saniye sürüyor ve videoda anneannemin bir cenazede yaktığı ağıta yer veriyorum. Anneannemle cenazelere gidip onun yaktığı ağıtları dinlemek çocukluğumun önemli bir parçasını kaplıyor. Ağıtların iyileştirici bir gücü var ve ağıtlar benim büyüdüğüm bölgede yas tutmanın sağlıklı bir yolu.

Unutma Ölmelisin, bir bedenin ölüme hazırlanmasını tekrar eden bir multimedia installasyonudur. Sevdiğin birini fotoğraflamak onun ölümüne kendini hazırlamaktır ve ben kendimi fotoğraflayarak kendimi kendi ölümümü hazırlıyorum ve hatırlatıyorum. Kendi ölümümü performe etmek/yaratmak, performansın terapötik etkisi dışında post-mortem fotoğraflar yoluyla kendi sevdiklerimi benim yasıma hazırlamanın bir parçası olarak görülebilir. Şuan hayatta olasam da, gelecekte öleceğimi bilmek işime farklı bir boyut kazandırıyor. Bu proje annemin ayrılışının ardından yasımın bir parçası olarak yarattığım bir proje mi yoksa kendi ölümümün korkusuyla yarattığım bir iş mi sorusunun cevabını veremeyeceğim. Unutma Ölmelisin, ölümü bir sonuç olarak değil de bir sürecin parçası olarak görmeyi amaçlayan ve ölümün hayatın bir parçası olduğu ve bununla barışık olmamız gerektiğini hatırlatan bir iş. Fotoğraf çekip performan sergileyerek aslında benden sonra hatıra olarak görülecek bir anı yaratıyorum.

THE LAND OF THE DISAPPEARED (ZILAN IMSIK)

The Land of The Disappeared is a multimedia work recreating the atmosphere of enforced disappearances in Kurdish provinces in Turkey, which began after the military coup d’état in Turkey in 1980, and as trouble grew in the 90s cases surged. Most of the disappeared were either politicians, local community leaders, or people with left-wing political views, although in truth anyone could go missing, and no-one was safe.

To recreate this world, objects and places are presented which are directly associated with the enforced disappearances of Turkey’s Kurds. Central to these these abductions is the white Renault 12. The car is instantly recognisable as a symbol of terror for the communities it arrived in. Anyone forced into this vehicle could be certain they would not emerge alive. This work envisions a parallel world where the cognitive structures we use to think of living, the dead and normal meaning of things crack, and where seemingly ordinary objects and places turn into something else, something horrible. Photographs record landscapes where bodies of some of the disappeared were found. The landline represents the hunting past that has been known but not acknowledged, and it keeps interrupting the space/present by ringing.

No precise and final figure has emerged for the number of people that were forcibly disappeared in Turkey, but according to the Truth and Justice Foundation the total number of the disappeared is 1,353. To this day families continue to search for their loved ones.

Kaybedilenlerin Şehri, 1980 darbesinden sonra Türkiye’de Kürtlerin ağırlıklı olduğu bölgelerde başlayan zorla kaybedilmelerin atmosferini tekrar yaratan bir multimedya çalışmasıdır. 1990’larda artan çatışma ortamıyla birlikte birlikte zorla kaybedilenlerin sayısı da giderek artmaya başladı. Kaybedilenlerin çoğu ya siyasetçi, yerel topluluk lideri ya da sol görüşlü insanlardı ancak işin gerçeği herkes kaybedilebiliridi ve kimse güvende değildi. Kaybedilenlerin Şehri bu dünyayı yaratmak için Kürtler için zorla kaybedilmelerle özdeşleştirilen nesnelere, araçlara ve mekanlara yer veriliyor. Kaybedilenlerin zorla bindirilip bir daha geri dönmediği ve ölüm getiren araç olan bilinen Beyaz Toros bu işin merkezinde yer alıyor. Kaybedilenlerin Şehri ölümün, yaşamın ve normal teriminin anlamının değiştiği, nesnelerin ve araçların ölümün bir unsuruna dönüştüğü parallel bir dünya yaratıyor. Fotoğraflar, zorla kaybedilenlerin bedenlerinin bulunduğu yerleri kaydediyor. Telefon, bilinen ama yokmuş gibi davranılan bir geçmişi temsil ediyor ve her çaldığında mekanı şimdiden koparıyor. Zorla kaybedilenlerin tam olarak sayısı belli olmasa da Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi’nin verilerine göre 1353 insan zorla kaybedildi. Bugün hala kaybedilerin sevdikleri onları arıyor.


PROJECTIONS (1966-2025) NICOLA PRITCHARD

‘Projections (1966-2025)’ is a site-specific archive video installation staged in the final days of an East London council estate. I collaborate with dead and dispersed residents, gathering fragments of lives, returning them to homes they inhabited for 50 years, and resurrecting them in the form of video projection. Taking a past that no longer exists, projecting it onto the derelict present, then visualising it in a projected future, the temporal work builds layer upon layer. Ultimately it creates a rallying cry to what was lost in the abandonment of the post-war consensus, and the subsequent destruction of this long-established community.

Built in 1966 to replace WW2-bombed homes, the tenant-managed Carpenters Estate, in Stratford, had two community centres, a TV channel, a GP practice and a Learn Direct centre. It was home to 700 households who, for 50 years, thrived within the estate’s walls. In 2002, the three tower blocks were deemed too expensive to refurbish; despite significant resident opposition, a comprehensive decant program began. But it took 20 years to finalise the masterplan of ‘London’s largest estate regen scheme’. Today plants grow into broken windows, site portacabins are in place, and security fences surround properties and soon 2,000 new homes will replace the old. Lauded by the housing company as the beginning of ‘a vibrant community’ critics perceive such development as ‘gentrification by stealth’. Until now there has been no public acknowledgement of the loss and destruction of this community.

The starting point for the work is a unique video archive made by and for residents. For three years I ran the estate TV channel, working with neighbours to produce videos and photographs about their histories, opinions and homes. This vital archive is a celebration of community: people being authentically themselves and telling stories that are important to them. Projecting their past onto a derelict present creates unexpected zones for cogitation and remembrance. Voices call across ruined buildings, lambent light reveals faces, life is momentarily breathed into former homes. These installations were photographed and filmed, then intercut with original audio interviews and contemporaneous audio recordings. Today on Carpenters Estate scaffold is in place, demolition is imminent, and there is little time for this urgent and necessary acknowledgment of a community, who are otherwise lost and consigned to a shoebox of tapes in my loft.

Projeksiyonlar (1966-2025) Doğu Londra’da devlet tarafından vatandaşlarına konaklama imkanı sunmak için inşa edilmiş bir binanın yıkılmadan önceki son günlerinde mekana özgü yaratılmış bir arşivsel instalasyon video çalışması. Ölü ve artık evlerinde oturmayan ev sakinlerle işbirliği yapıyorum, onların yaşamlarının bir parçasını sunuyorum, onları 50 yıldır yaşadıkları evlere geri götürüyorum ve onları video projeksiyonuyla tekrar diriltiyorum. Bu çalışma artık var olmayan bir geçmişi alıp terkedilmiş şimdiki zamana yansıtarak ve de ardından onu öngörülen bir gelecekte görselleştirerek, zamansal katmanlar inşa eder. Bu iş savaş sonrası yaratılan sosyal model anlayışının terkedilmesi ve bu uzun soluklu topluluğun yok edilmesiyle kaybedilenlere bir toplanma çığlığı yaratır.

Stratford'da, 2. Dünya Savaşı'nda bombalanan evlerin yerini almak üzere 1966'da inşa edilen, kiracı tarafından yönetilen Carpenters Estate'te iki topluluk merkezi, bir TV kanalı, bir pratisyen hekim muayenehanesi ve bir Learn Direct merkezi vardı. 50 yıl boyunca burası 700 haneye ev sahipliği yaptı. 2002 yılında, üç bloğun yenilenmesi çok pahalı görüldü; ev sakinlerinin karşı çıkmasına rağmen, kapsamlı bir boşaltma programı başladı. Ancak 'Londra'nın en büyük emlak yenileme planının' ana planını tamamlamak 20 yıl sürdü. Bugün kırık pencerelerden itkiler büyüyor, site portacabinleri yerinde ve bloklar çitlerle çevrilmiş durumda ve yakında 2.000 yeni ev eskisinin yerini alacak. Konut şirketi tarafından "canlı bir topluluk"un başlangıcı olarak övülen evler eleştirmenler tarafından gizli soylulaşma olarak algılıyor. Şimdiye kadar, bu topluluğun kaybı ve yıkımına dair hiçbir kamuoyundan bir ses yükselmedi.

Çalışmanın çıkış noktası, konut sakinleri tarafından ve konut sakinleri için yapılmış benzersiz bir video arşividir. Üç yıl boyunca bu blokların bir parçası olarak yer alan TV kanalını yönettim, komşularla çalışarak onların geçmişleri, görüşleri ve evleri hakkında videolar ve fotoğraflar ürettim. Bu hayati arşivde insanlar kendileri için önemli olan hikayeleri anlatıyorlar. Geçmişlerini sahipsiz bir şimdiye yansıtmak, düşünmek ve hatırlamak için alanlar ve olasılıklar yaratıyor. Sesler harap olmuş binaları aşıyor ve ışık yüzleri ortaya çıkarıyor bir an için eski evler hayat buluyor. Bu enstalasyonlar fotoğraflandı ve filme alındı, ardından orijinal sesli röportajlar ve eşzamanlı ses kayıtları ile kesildi.

Bugün Carpenters Estate inşaat için yapı iskelesi kuruldu, yıkım yaklaşıyor ve burada yaşayan topluluğun bir zamanlar varolduğunun anılması için çok kısa bir süre var yoksa bu videolar benim evimin deposunda bir kutunun içininde kaybolup yok olacak.

Previous
Previous
31 March

Tours of Newington Green Meeting House

Next
Next
13 April

Creative De-stress Sessions